“Sektörün tüm paydaşlarını bir araya getiren Orta Anadolu Un Sanayicileri Derneği (OAUSD) ‘Genişletilmiş Sektör Toplantısı’nın Sonuç Bildirgesi’nde ise sektör için adeta bir reçete ortaya çıktı. Buğday ekim alanlarının artırılmasından iklim değişikliğine elverişli yeni tohumların ıslahına, ürün prim desteklerinden tarım arazilerinin toplulaştırmasına, Türkiye’nin un ihracat liderliğinden ihracat pazarlarının çeşitliğine, TMO’nun buğday stokundan un regülasyonuna kadar birçok konunun detaylıca yer aldığı sonuç bildirgesinde çok önemli öneriler dikkat çekiyor.”
Konya’da düzenlenen tahıl ve un sektörünün dev buluşması, sektör için büyük moral oldu. Tarım ve Orman Bakanlığı, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) ve Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu’nun (TUSAF) desteklediği, Orta Anadolu Un Sanayicileri Derneği’nin Genişletilmiş Sektör Toplantısı kapsamında düzenlenen “2022 Hasat Sezonu Sonrası Sektörel Bakış ve Beklentiler” toplantısı adeta Türkiye’nin tahıl hasadının röntgenini çekti.
Gıda güvenliğini tehdit eden riskler, Türkiye’nin buğday üretimini artırması adına yapılması gerekenler ve Türk un sanayisinin geleceği masaya yatırıldı. İklim krizi, pandemi ve Rusya-Ukrayna arasında aylardır devam eden savaşın dünya genelinde zor günler yaşattığı tahıl sektörü, kamunun aldığı önlemlerle moral buldu. Özellikle toplantıyı başından sonuna kadar ilgiyle takip edip notlar alan ve sektöre adeta “yanınızdayız” mesajı veren TMO Genel Müdürü Ahmet Güldal, sektör temsilcilerine güvence verdi.
Bu zorlu süreçte sektörün bütün paydaşlarıyla sık sık bir araya gelerek onların talep ve önerileri doğrultusunda aldıkları önlemler sayesinde başarılı bir sınav verdiklerini belirten Güldal, çok başarılı bir hasat sezonunun ardından özellikle iç piyasadan büyük bir stok oluşturduklarını, sektörü önümüzdeki dönemde rahat ettirecek önlemler aldıklarını kaydetti. Ahmet Güldal’ın bu sene uyguladıkları dünya fiyatlarının üzerindeki buğday alım fiyatları ve prim desteğinin önümüzdeki yıllarda da devam ettireceklerini açıklaması, çiftçinin buğday üretimine geri döneceği şeklinde yorumlandı.

Toplantının en çok ilgi gören oturumlarından biri olan, ‘Sektörün Mevcut Durumu ve Küresel Sorunlar’ oturumunda, Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu’nun üç kuşak başkanları panelist koltuğuna oturarak aynı anda bir arada bulundu. TUSAF’ın ilk başkanlarından Erhan Özmen, halefi Eren Günhan Ulusoy ve mevcut başkan Haluk Tezcan, sektörle ilgili çarpıcı değerlendirmeler yaptı. Üç başkan, sektöre yönelik tavsiyelerde bulundu ve kamunun alması gereken önlemlere dikkat çekti.
TUSAF Başkanı Haluk Tezcan, “Devletimiz ve ilgili kurumlarımızın desteği ile un sanayicileri olarak dünyada son 9 yıldır ihracat lideri konumundayız. İç piyasadaki ürün arzımızı sorunsuz bir şekilde gerçekleştirirken ihracatımızı da 2022 yılının ilk yarısında, 2021’in aynı dönemine göre %33’lük bir artışla 652 milyon dolara yükselttik ve şimdiye kadarki en yüksek Ocak-Haziran ihracat rakamına ulaştık” bilgisini verdi.
Erhan Özmen de dünya buğday üretiminde söz sahibi ülkelerin 1980 yılından bu yana nüfus artışları ve buğday üretim miktarlarında yaşanan gelişmeleri rakamlarla anlattı. 1980 yılında Türkiye nüfusunun 44 milyon olduğunu, 2022 yılında bu rakamın yüzde 95 artışla 86 milyona ulaştığını ifade etti. Aynı süre zarfında buğday üretiminin ise 1980 yılında 13 milyon ton olduğunu, 2022 yılında ise buğday üretiminin yüzde 54 artışla 20 milyon ton civarında olduğunu kaydetti. Erhan Özmen’in dikkat çektiği bir diğer konu ise buğday ekim alanlarındaki düşüş. Özmen, 1980’de 9 milyon hektar olan buğday ekim alanlarının 2022’de 6,8 milyon hektara indiğini hatırlattı.
İki dönem TUSAF Başkanlığı yapan Eren Günhan Ulusoy ise ihracat pazarlarının çok kıymetli olduğunu, bu kazanımların kaybedilmemesi gerektiğini söyledi. Türk un sanayicisinin ürün ve teknolojisi ile dünyada ilgi gördüğünü ifade eden Ulusoy, daha katma değerli ürünlere yönelerek sektörün büyümesini sürdürmesi gerektiğini kaydetti.
Sektörün tüm paydaşlarını bir araya getiren Orta Anadolu Un Sanayicileri Derneği (OAUSD) ‘Genişletilmiş Sektör Toplantısı’nın Sonuç Bildirgesi’nde ise sektör için adeta bir reçete ortaya çıktı. Buğday ekim alanlarının artırılmasından iklim değişikliğine elverişli yeni tohumların ıslahına, ürün prim desteklerinden tarım arazilerinin toplulaştırmasına, Türkiye’nin un ihracat liderliğinden ihracat pazarlarının çeşitliğine, TMO’nun buğday stokundan un regülasyonuna kadar birçok konunun detaylıca yer aldığı sonuç bildirgesinde çok önemli öneriler dikkat çekiyor. Bildirgede şu maddeler yer aldı:

Üretim sezonunda TMO alım politikaları konuşmacılar tarafından değerlendirildi. Genel kabul, TMO’nun buğdaya verdiği fiyat, daha sonra güncelleme ve prim uygulaması ile oluşan fiyatın dünya fiyatları ile uyumlu, gerçekçi bir fiyat olduğudur. Bu fiyatın çiftçi, tüccar, sanayici tarafında da olumlu karşılandığı ortaya konulurken, belirlenen fiyatın serbest piyasalara da benzer düzeyde yansıdığı ifade edildi.
TMO’nun böyle hassas bir dönemde piyasayı regüle etme görevini yerine getirebilmesinin, yeterli stok yapabilmesine bağlı olduğu, stokun bu olağanüstü koşullar dikkate alındığında 4-5 milyon ton düzeyinde olması halinde, ancak piyasaları düzenleme görevini hakkıyla yerine getirmesine imkân sağlayabileceği değerlendirilerek, bu yılki uyguladığı alım politikası ile muhtemelen bu düzeyde stok yaparak, ilgili sektörleri rahatlatması, spekülasyonları önleyecek güce sahip olması önemine dikkat çekildi.
Buğday üretiminin sürdürülebilirliğinin ancak buğday üreticisinin bu faaliyetinden yeterli gelir elde etmesine bağlı olduğunun altının sık sık çizildiği oturumlarda, yıllardır tüketicilerin temel gıda ekmek üzerinden koruma gayreti ile buğday fiyatlarını baskılama yoluna gidildiği belirtildi. Bu uygulamanın ekmeğin çiftçi üzerinden sübvansiyonu anlamına geldiği ve buğday yetiştiricilerinin gelirlerini kısıtladığı ve rakip ürünler karşısında buğdayın rekabet gücünü azalttığı ve özellikle sulanan alanlarda ekim alanlarının giderek azalması sonucunu doğurduğu ortaya çıkıyor. Bu sezon ve geçtiğimiz sezon ise TMO’nun farklı bir yöntem uygulamaya başladığı, bu yöntemin “unu belirli bir fiyat ile satmayı taahhüt eden un fabrikalarına indirimle buğday satışı-un regülasyonu” şeklinde olduğu, böylece ekmeğin çiftçi üzerinden değil, doğrudan TMO tarafından sübvanse edildiği belirtildi. Bu yıl buğdaya uygulanan avantajlı fiyat uygulamasının, çiftçi dışında ekmek sübvansiyonunun gelecek yıllara buğday ekim alanlarının artışı şeklinde yansıyabileceği ve buğday üretiminin sürdürülebilirliğine katkı sağlayabileceği öngörülerek, olumlu karşılandı. Ancak bu tür uygulamaların uzun vadede özel sektörün gelişimine ket vurabileceği endişesi dikkate alınarak, alternatif yöntemler geliştirilmesinin gerekliliği de vurgulandı.
Türkiye nüfusunun 85 milyon civarında olmakla birlikte, yakın coğrafyamızda ya da gönül coğrafyamızda yaşanan olumsuzluklar sebebiyle misafir ettiğimiz göçmenler, üretimden düşmüş ülkelere yapılan yardımlar, sayıları rekor düzeyde artan turistler dikkate alındığında 100 milyon üzerinde bir nüfusun ele alınmasının zaruretinden bahsedildi. Bu düzeyde bir nüfusta iç tüketim için 20 milyon ton civarında buğday üretimi gerekmekte, bu üretim yılında olduğu gibi buğday üretimi birçok yılda iç tüketimi karşılayabilecek düzeyde olmakla birlikte, kritik bir sınırda duruyor. Kurak yıllarda ise iç tüketimi karşılayamama durumu ile karşılaşılıyor. Gıda sanayiinin gelişmesini belirleyen önemli etkenlerden birisi yeterli ve uygun kalitede hammaddeyi sürekli olarak temin edebilmektir. Pandemi, Rusya-Ukrayna savaşı, iklim değişikliği ve küresel riskler gıda hammaddelerine ulaşmada önemli sorunlar oluşturuyor. Bu nedenle küresel risklerden korunmak için stratejik ürün olan buğday üretiminin artırılması, sürdürülebilirliğin sağlanması gerekiyor. Bunun için de 7 milyon hektar düzeyine gerilemiş olan buğday ekim alanlarının tedrici artışla 8 milyon hektar düzeyine çıkarılmasının elzem olduğu kaydedildi.
Bu üretim yılında un sanayicilerine uygun fiyatla buğday tahsisi (un regülasyonu) yolu ile bir ölçüde çiftçi dışında ekmeğin dolaylı sübvanse yoluna gidilmesi, dünya fiyatlarında gerçekçi fiyat belirlenmesi, prim uygulaması ve fiyat güncellemesi buna katkı sağlayacak olmakla birlikte, ilave tedbirlere ihtiyaç duyulduğu ifade edildi. Bu kapsamda buğdayda sertifikalı tohumluk, gübre ve mazot desteklerinde çok önemli artışlar sağlanması ve dekara 171 liraya ulaşması önemli görülmüştür. Ancak geçen yıl geçici olarak verilen 50 TL destek ile bu rakam 116 TL idi. Bu açıklamalardan geçici desteğin kaldırıldığı anlaşılmaktadır. Bu desteğin kalıcı hale getirilerek 171 TL ye ilave edilip, dekara desteğin 221 TL ye çıkarılması önerilmektedir. Yine kg’a 10 kuruş olan ürün desteğinin 25 kuruşa çıkarılarak devamı önem arz etmektedir.

Sulanan alanlarda hangi ürünün yetiştirileceğine yılın gidişatına göre karar verilmekte, çoğu zaman toprak ve su kaynakları açısından uygun olmayan seçenekler ortaya çıktığı gibi, ekonomiklikten uzak tercihler de söz konusu olabilmektedir. Gerçek anlamda; toprağı, su kaynaklarını, çevreyi, ekonomiklik ilkesini göz önüne alan bir üretim planlaması da yapılamamaktadır. Bilimsel, teknik ve ekonomik esaslara uygun dörtlü münavebe siteminin (en az bir yılında buğday tarımının zorunlu olduğu), tarımsal destekler ile ilişkilendirilerek uygulamaya konulması önerildi. Bu sistemin sadece buğday açısından değil farklı stratejik ürünler için bir üretim planı oluşturacağı gibi, toprağın ve su kaynaklarının korunmasına da önemli kakı sağlayabileceğine dikkat çekildi.
Suyun her damlasının değerli olduğuna ve gıda güvenliğini doğrudan ilgilendirdiğine göre, havzalardaki ekosistemi koruyarak, su yetersizliği olan havzalara dış havzalardan su getirme projeleri yeniden gözden geçirilmelidir. Daha önce maliyet açısından fizibil bulunmayanlar, yenilenebilir enerji kaynaklarından da yararlanma alternatifi ile gelinen süreçteki gıda fiyatları ve bulunma güçlüğü de dikkate alınarak, yeniden değerlendirilmelidir. Enerji bağımsızlığı yönünde ülkemizin attığı adımlar ne kadar önemli ise, gıdanın sürdürülebilirliği ve güvenliğinin sağlanması adına atılacak adımlar da aynı ölçüde önemlidir. Bu nedenle projelendirme ve kaynaklandırmada daha hızlı ve kararlı davranılmalı suyun her damlası tarıma çevrilmelidir. Bu uygulamalar; fiyat politikası, destekleme modeli ve dörtlü münavebe ile birlikte buğday ekim alanlarının artışına ve dolayısı ile üretimine de olumlu yansıyabileceği değerlendirildi. Ayrıca nadas alanlarının azaltılmasında da olumlu bir argüman olacağı dile getirildi.
Dünyada bir ülkenin bir sektörde kendi kendine yeterliliğine, dış ticaret dengesindeki eşitliği ya da ihracat lehine fazlalığı ile karar verildiğinin dile getirildiği sunumlarda, kamuoyunda zaman zaman kendine yeterlilik o sektörde hiç ithalatın olmaması olarak yorumlamaya çalışılsa da bilimsel terminolojide bunun karşılığının olmadığı vurgulandı. Buradan hareketle Türkiye Tarım ve Gıda Ürünlerinde dış ticaret fazlası olan bir ülke olduğundan, bu sektörde kendi kendine yeter olarak tanımlanabilmektedir. Aynı husus Buğday ve Mamulleri Dış Ticaretinde de söz konusu olup, dış ticaret fazlası vermektedir. Yine Ülkemizde buğday üretimi ekstrem yıllar hariç genellikle iç tüketimini karşılamakla birlikte, Dahilde İşleme Rejimi kapsamında buğdayın işlenip, mamul madde olarak ihraç edilmesi için her yıl belirli bir miktar buğday ithalatı yapılmaktadır (un, bulgur ihracatında dünyada birinci, makarna ihracatında ikinci ülke olduğu gerçeği ile ihraç kayıtlı 7-8 milyon ton buğday ithalatı bu kapsamda yapılmaktadır). Ancak küresel krizler dikkate alındığında bunun da ülke içinden karşılanması üzerinde çalışılmasının gerekliliği ortada olduğu, buğday ekim alanlarının artırılmasına yönelik sonuç bildirgesinde yer alan diğer önerilerle bu hedefin belirli ölçüde gerçekleştirilebilir gözüktüğü vurgusu yapıldı.
Pandemi yükünün hafiflemesi ve hasat dönemi bolluğunun etkisi ile düşüş eğilimine girmiş olan dünya buğday fiyatlarında Tahıl Koridoru anlaşması ile hızlı düşüşler görülmeye başlandı. Nitekim, tonu 450 dolara çıkmış olan ekmeklik buğday fiyatları 320 dolarlara kadar geriledi. Diğer bazı gıda ürünlerinde de benzer düşüş eğilimleri görülüyor. Ülkemiz tarım sektörüne ve un sektörüne de uygun fiyatla hammadde temini açısından olumlu katkıları olduğu değerlendirildi. Tahıl Koridoru mutabakatında Türkiye’nin küresel ölçekte rolünü dikkat çekilerek şu bilgilere yer verildi: “Bu durum dünyanın gözü önünde gerçekleşen Türkiye’nin kesin bir diplomasi zaferi ve dünya gıda güvenliğine vurulmuş bir mührüdür. Temel gıdalar konusunda dünyayı rahatlatacak, soluk aldıracak bir girişimdir. Afrika’daki kıtlığın pençesinde kıvranan toplumlara sunulmuş bir umut ışığıdır. Bu anlaşma başka programları da gündeme getirebilecek, belki tahıl koridorundan sonra enerji koridoruna evrilerek, dünyayı enerji kıskacından kurtaracak bir gelişmenin de yolunu açabilecektir. Muhtemeldir ki kalıcı ateşkesin sağlanmasına yol açacak, diplomatik çabaları da tetikleyebilecektir.”
Türkiye’de faaliyette bulunan lisanslı depo işletmecisi sayısının 164’e ve depo kapasitesinin 8,6 milyon tona ulaştığı vurgulandı. Bu gelişimin üreticilere, lisanslı depo yatırımcılarına, yatırımcılara farklı destekler ve muafiyetler sağlaması yanında, ürünlerin kayıt altına alınması, stok kontrol ve takibi, ürünlerin nitelikli depolarda bulunması ile sağlıklı muhafazasını sağlaması, kalitenin korunması, analiz ile kaliteye göre sınıflandırmanın ticari değer ve taleplerin karşılanmasındaki kolaylığı, TURİB aracılığı ile elektronik ortamda satılabilme imkanı, gereksiz nakliyenin önlenmesi, çiftçinin ürününü hak ettiği fiyattan satabilmesi ve finansmana uygun koşullarda ulaşabilmesi gibi birçok faydaları da beraberinde getirdiği dile getirildi.
Lisanslı depolarla ilgili Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ilgili birimleri ile sektörün birlikteliğinin mevzuat ve düzenlemeler ile ilgili hızlı karara alma ve uygulama imkanının olmasının memnuniyeti dile getirildi. Bu kapsamda birçok düzenlemenin uygulamaya konulduğu ifade edildi.
Lisanslı Depo İşletmecilerinin 16 milyon ton civarında depo izni almalarına rağmen halen faal kapasitenin 8,6 milyon ton olduğu dikkate alındığında, bu depoların faal kapasitelerinin hızla artırılmasının gerekliliği üzerinde durularak, ilk etapta bu kapasitenin 10 milyon tona çıkarılmasının önemi vurgulandı.
Lisanslı depolarda sınırlı sayıda ürünün depolandığı dikkate alındığında, ürün çeşitliliğinin artan depo kapasitesine bağlı olarak artırılmasının gerekliliği dile getirildi.
Lisanslı depoculukta analiz işlemlerinin nitelikli ve bağımsız şekilde gerçekleştirilmesinin önemine değinilerek, bunun için Yetkili Sınıflandırıcı analiz ücretinin MKS sisteminden tahsil edilmesi ve yılardır ücret tarifesinin değişmemesinin önemli sorunları beraberinde getirdiği gerçeğinden hareketle Yetkili Sınıflandırıcı ücret tarifesinin güncellenmesi önerildi. Ayrıca lisanslı depolar için uygulanan destek ve muafiyetlerin ücret tarifelerinin güncellenerek sürelerinin uzatılması talep edildi.
Lisanslı depolarla ilgili tüm konu ve yapılacak düzenlemelerle ilgili tüm sektör paydaşlarından oluşacak komitenin periyodik toplanmasının sağlıklı gelişimin önünün açılmasına katkı sağlayacağı değerlendirildi.
TÜRİB’deki gelişmelerin lisanslı depoculuktaki gelişmelerle paralel bir hızda devam ettiği tespiti yapılarak, ELÜS piyasasında aracılı sistem ve TÜRİB Vadeli İşlem Borsacılığı ile ilgili hedeflerin tüm paydaşların değerlendirmesi ile sağlıklı bir zemine oturtulmasının önemine işaret edildi. Tarım Aydınlatma Platformu konusu ise dikkat çekici bir gelişme olarak değerlendirilmiş olup, kurumsal bir yapı ve nitelikli insan kaynağı ile sisteme önemli hizmet edeceği belirtildi.
Buğdayda çeşit sayısının fazlalığının, üzerinde sıkça durulan bir husus olduğu dile getirildi. Bunun ülkemiz ekolojik, toprak yapısı, rakım, eğim ve yöney değişimleri, sıcaklık, yağış miktarı ve dağılımı, hava nemi farklılıkları, sulama imkanlarındaki değişim gibi topografik yapısındaki çeşitlilikten kaynaklandığı değerlendirilerek bundan sonra da bu farklılıklara adapte olacak çeşit geliştirme çalışmalarının devam edeceği dile getirildi. Buradan hareketle, depolama ve alımlarda çeşit yerine her renk skalasında çeşit guruplarına göre işlem yapılarak ürün kabulüne yönelik çalışmalara ihtiyaç duyulduğu vurgulandı.
Tarımsal üretim teknolojinin yoğun kullanımına sahne olmakta, ülkemiz de yetişmiş insan kaynağı ve inovatif sanayicisi ile bu gelişime ayak uydurmakla birlikte, önceliklendirme ve organizasyonel gelişmelerle akıllı teknolojiler alanında daha hızlı yol kat etmemiz gerektiği ifade edildi.
Ayrıca tarımsal üretimde başrol oynayan köy nüfusunun boşalmasını ve yaşlanmasını önleyecek sosyal projelerin acilen etkin bir şekilde uygulamaya konulmasının gerekliliği vurgulandı.
Son dönemde birçok kesimin dile getirdiği tarla bitkileri üretimi için oldukça verimli olan ovaların tarım topraklarının çok yıllık bahçe bitkileri üretimine kaymasının dikkat çekici boyuta ulaştığını dikkat çekildi. Bu ürünler değerli ve çoğu da ihraç ürünleri olmakla birlikte; esas olarak stratejik ürünler olan tahıl, yağ bitkileri ve tane baklagillerin ekim alanlarının daralmasına sebebiyet verdiği vurgulandı. Bu konuda gidişatı durduracak tedbirler üzerinde çalışılmasının önemi belirtildi.
Yıllardan beri un sanayiindeki atıl kapasite sorununun devam edegeldiği, heyecan yaratacak bir çözüme de kavuşturalamadığının altı çizilerek, sorunun gelecek yıllarda da devam edeceği beklentisi ortaya konuldu. Bu sorunun çözümü için ilgili yapıların yoğun mesai harcaması gerektiği, şimdilik kısa vadeli çözümün ise daha fazla dış pazarlara ulaşmaktan geçtiği tespiti yapıldı.
Türkiye’de un sanayii çoğunlukla dededen toruna uzanan, sürekli geliştiren ve yenileyen bir seyir takip etmiş olup, dünya üzerinde bu kadar yaygın bir satış ağına sahip olması, un ihracatında birinci sırada yer almasının altında bu gerçek yatmaktadır. Dünyayı iyi okuması, her coğrafyanın talep ettiği un tipinin tespit edilmesi ve buna göre üretim yapılması, un sanayinin inovatif yönünün kanıtıdır. Hiçbir coğrafik alanı atlamadan bu geliştirici yönünün devamının ortaya konulmasının, Dünya’daki gücünün sürekliliği açısından gerekliliği vurgulandı.
Un sanayinin inovatif yönünü, unlu mamuller alanına yoğunlaştırarak, yeni ürünler ortaya çıkarmasının bugünü ve yarını okumanın gereği olduğundan önemle üzerinde duruldu. Bu ürünlerin geliştirilmesinde, üniversitelerdeki akademik birikimden yararlanmanın önemine değinilerek, üniversite-sektör iş birliğinin sistematik bir temele oturtulmasına dikkat çekildi.